TÜRKLER VE TABİAT: TÜRK MEVSİMİ
Tabiatın içinde, tarihin zorlu yollarında, meydan savaşlarında ve kavgalarında bugünlere kadar gelen Türk milleti, tabiatı en iyi anlayan ve anlamlandıran bir millet olmuştur. İnsan olmanın bir gereği de içinde yaşadığı çevreyi kendi varlığıyla bir bütün olarak görmesi, tıpkı kendiyle konuşması gibi tabiatla konuşmayı başarabilmesidir. Tabiat, içinde barındırdığı kurduyla, kuşuyla, dağları, suları, ağacı, kökü, dalı, yaprağı, yeşiliyle kısaca her yönü ve ahengiyle kişioğlunu tamamlamaktadır. Kişinin ruhu, tabiatın derinliklerinden gelen gizli ve samimi haykırışı bünyesinde taşır. Onu dinledikçe kişi ve toplumlar daha bir olgunlaşıp dünya hayatında görevlerini nihayete erdirebilmekte, değişim ve dönüşümü sağalayabilmekte ve uygarlık yolunda ilerleme kaydedebilmektedir. Burada bir dinler tarihi, şamanizm, tabiat kuvvetlerine inanma analatacak değilim. Şu bir gerçek ki yaratılmış her şeyin bir ruhu ve görevi var. Türkler, bunun bilincinde olarak hareket etmişler, akıp giden durdurmanın mümkün olmadığı zamana karşı yarışmışlar, kendi zamanlarını, çağlarını açmaya çalışmışlardır. Bu yüzden Dede Korkut Destanları´nda bir tarafta ??ecel aldı yer gizledi, gelimli gidimli, ahir son uç ölümlü dünya? denilirken diğer tarafta Azrail´e kafa tutan Deli Dumrul´u görürüz. Bu yüzden tarih, Türk´ün eseri olmuştur. Bu yüzden Türk tarihini dışarda bırakarak bir dünya tarihi yazmak bugüne kadar mümkün olmamıştır. Bu günden sonra da 400 milyonluk Türk alemi düşünülmeden, hesaba katılmadan bir dünya tarihi yazılamayacaktır. Türk ve tabiat destanlar çağından, kitabeler çağına, kağanlar devrinden bugüne kadar hep birlikte düşünülmüştür. Bunun en güzel ifadesini tarih yapıp tarih yazan Mustafa Kemal dile getirmiştir. Mustafa Kemal şöyle demektedir: “Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Ziya Gökalp´in Ergenekon, Alageyik ve Kızılelma şiirlerinde, Mehmet Emin Yurdakul´un Irkımın Türküsü şiirinde ve nice milli ruh ve heyecandan örülü şairimizin kaleminde Türk´ün tabiatla iç içeliği dillendirilmiştir. Yurda kul olmuş şair Mehmet Emin Yurdakul´un ?Mazlumların intikamını almak için doğmuşum/ Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez/ Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.? Dizelerinde olduğu gibi adeta haykırılmıştır. ERGENEKON ? Elma, erik çoktu, yedik,Demir bulduk, örs işledik,
“Bir gizli yol bulsak!” dedik:
Dağ delerdi bıçağımız!
?
Kurt bir delik buldu, gitti;
Bir demirci takip etti;
Ocak yaktı, taş eritti;
Açıldı yol kapağımız!
?
Börteçine kurdun adı,
Ergenekon yurdun adı,
Dört yüz sene durdun, hadi,
Çık, ey yüz bin mızrağımız! Ziya Gökalp´in yukarıdaki Ergenekon şiirinde de görüldüğü üzere Türk, sarp demir dağları eriterek tabiatın kucağında yüz bin mızrak olup çıkmış, bir devri kapatırken yeni devirler açmıştır. Dünya döndükçe tütmek üzere ocağı yakmıştır. Çekiç olmuş, örs dövmüştür. Türk´ün tabiatın kucağında bu doğuşu Ergenekon veya bahar bayramı olarak bugünlere gelmiş, kurt doğuran obalar ve analar adına her yıl tören ve saygı daha da güçlenmek üzere tekrarlanmıştır. İstiyorum ki yaygın olarak Nevruz diye dillenen Ergenekon/Bahar bayramı bir tabiat bayramı olarak Türk´ün yurt yaptığı bütün bir Avrasya´nın ortak bayramı olsun. Türklerin tabiatla olan iç içeliği ve tabiatı anlamlandırması ile ilgili Türkiye´de kültür tarihi alanında bir takım çalışmalar bulunmaktadır. Bunların başında şüphesiz once Abdülkadir İnan sonra Bahaddin Ögel´in çalışmaları gelmektedir. İnan´ın Türk Dini Tarihi, Şamanizm adlı kitaplarda, Bahaddin Ögel´in Türk Mitolojisi I-II, Türk Kültür Tarihine Giriş II, Hikmet Tanyu´nun Dağlar ve Taşla ayrı ayrı çalışmaları bu iç içeliğin Anadolu uzantılarını, Ahmet Yaşar Ocak´ın çalışmalarında tabiatın Alevi-Bektaşi inancı üzerindeki etkilerini görmek mümkündür. Fuzuli Bayat´ın ?Türk Şaman Metinleri?nde de Türk´ün tabiatla nasıl konuştuğunu, yakarışını, tabiatı nasıl içselleştiridiğini ve dillendirdiğini gözlemlememiz mümkündür. Türklerde Gök Kurt, Geyik, Kartal, Ağaç, Işık, Damla, Yıldırım merkezli oluşmuş olan türeme efsanelerine bakıldığında Türk, gerçekten tabiatın çocuğudur. Ruhların dağlara yükselmesi, mağara içinde doğum aslında hep tabiatın yüceliğini ve tabiat varlığı üzerinde bir tarihin inşaasını göstermesi bakımından önemliydi. Dede Korkut destanlarında da bütünüyle tabiatı görmemiz mümkündür. Kamal Abdulla´nın Gizli Dede Korkut adlı çalışması bunu algılamamız açısından bir kılavuzdur. Orhun Abideleri´nde nasıl ki Babam Kağan´nın askeri kurt gibiymiş? deniliyorsa, Dede Korkut´ta da ?Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitlerim? denilmektedir. Tabiatla olan bu iç içelik Türk Kağanını da Yedi İklimin Kağanı kılıyordu. Her dileği Tanrı´nı isteği olan Türk böyle düşünüyordu. Diyebiliriz ki tabiat aslında Türk´ün Tanrısı ile arasındaki bağlardı. Bu yüzden Ebe Kuşağı bir cennet köprüsü gibi düşünülmüştür. Bu yüzden ilk at kişnemeleri tabiatın canlanışının habercisi idi. Yıldırım, şimşek, rüzgarlar, yağmur, kar, fırtına, tipi Tanrı´nın varlığının tescili ve birer haberleriydi. Türkler için Tanrı´dan tabiat kanalıyla kendilerine ulaşan her şey kutluydu. Bu yüzden kutlu olan tabiat Türk´ün baş tacı olmuştur. Her dem yeniden doğuşu, tazelenişi, canlanışı olmuştur. Gökten gelen her kutlu hebere karşı da Türkler cevap vermişlerdir. Göğe ok atmışlardır. Elçi olarak, göğe ok göndermişlerdir. Günümüzde helva yapmanın, dağıtmanın, kokusunun etrafı sarması, saçı geleneğinin hepsinin arkasında Türk´ün Tanrı ve tabiat anlayışı vardır. Bu durumlar Tanrı ve tabiat için adanmış kansız kurban geleneğinin birer uzantılarıdır. Türk´ü var eden tabiattır. Kara bulutları yel açacak! Tipi tipileyecek ancak hava açılacak. Gök gürledikçe Türk´ün davulu da vuracak. Gök kubbesi döndüğü müddetçe mevsim ?Türk Mevsimi? olacaktır. Dede Korkut´un diliyle, yoluyla yordamıyla ?Asumanlı gökte, kara bulut olup gürleyelim. Ağ yıldırım olup şakıyalım.? Varlığınız Türk varlığına armağan olsun?

